Toggle thick letters. Most people make the mistake of thickening thin letters in the words that have other (highlighted) thick letter Toggle to highlight thick letters خصضغطقظ رَ
Q ad 'Aflaĥa A l-Mu'uminū na
023-001. Mü'minler gerçekten felah bulmuştur;
قَ د ْ أَفْلَحَ ا لْمُؤْمِنُونَ
Al-Ladh ī na Hum Fī Ş alātihim Kh āsh i`ū na
023-002. Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır;
ا لَّذِي نَ هُمْ فِي صَ لاَتِهِمْ خَ اشِعُونَ
Wa A l-Ladh ī na Hum `Ani A l-Lagh wi Mu`r iđū na
023-003. Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir;
وَالَّذِي نَ هُمْ عَنِ ا ل لَّغْ وِ مُعْر ِضُ ونَ
Wa A l-Ladh ī na Hum Lilzzakāati Fā`ilū na
023-004. Onlar, zekata ilişkin (sِz ve gِrevlerini mutlaka) yerine getirenlerdir;
وَالَّذِي نَ هُمْ لِلزَّكَا ةِ فَاعِلُونَ
Wa A l-Ladh ī na Hum Lifurūjihim Ĥāfižū na
023-005. Ve onlar ırzlarını koruyanlardır;
وَالَّذِي نَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُ ونَ
'Illā `Alá 'Azwājihim 'W Mā Malakat 'Aymānuhum Fa'inn ahum Gh ay ru Malūmī na
023-006. Ancak eşleri ya da sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda kınanmış değillerdir.
إِلاَّ عَلَى أَزْوَاجِهِمْ أو ْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّ هُمْ غَ يْ رُ مَلُومِينَ
Famani A b tagh á Warā 'a Dh ālika Fa'ūlā 'ika Humu A l-`Ādū na
023-007. Fakat kim bundan ِtesini ararsa, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir.
فَمَنِ ا بْ تَغَ ى وَرَا ءَ ذَلِكَ فَأُ وْلَا ئِكَ هُمُ ا لْعَادُونَ
Wa A l-Ladh ī na Hum Li'mānātihim Wa `Ahdihim Rā `ū na
023-008. (Yine) Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir.
وَالَّذِي نَ هُمْ لِأمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَ اعُونَ
Wa A l-Ladh ī na Hum `Alá Ş alawātihim Yuĥāfižū na
023-009. Onlar, namazlarını da (titizlikle) koruyanlardır.
وَالَّذِي نَ هُمْ عَلَى صَ لَوَاتِهِمْ يُحَافِظُ ونَ
'Ūlā 'ika Humu A l-Wār ith ū na
023-010. İşte (yeryüzünün hakimiyetine ve ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır.
أُ وْلَا ئِكَ هُمُ ا لْوَار ِثُونَ
Al-Ladh ī na Yar ith ū na A l-Fir daw sa Hum Fīhā Kh ālidū na
023-011. Ki onlar Firdevs (cennetlerin)e de varis olacaklardır; içinde de ebedi olarak kalacaklardır.
ا لَّذِي نَ يَر ِثُو نَ ا لْفِر ْدَوْ سَ هُمْ فِيهَا خَ الِدُونَ
Wa Laq ad Kh alaq nā A l-'In sā na Min Sulālatin Min Ţ ī nin
023-012. Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.
وَلَقَ د ْ خَ لَقْ نَا ا لإِن سَا نَ مِن ْ سُلاَلَةٍ مِن ْ طِ ينٍ
Th umm a Ja`alnā hu Nuţ fatan Fī Q ar ā r in Makī nin
023-013. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
ثُمّ َ جَعَلْنَا هُ نُطْ فَة ً فِي قَ رَ ا رٍ مَكِينٍ
Th umm a Kh alaq nā A n -Nuţ fata `Alaq atan Fakh alaq nā A l-`Alaq ata Muđgh atan Fakh alaq nā A l-Muđgh ata `Ižāmāan Fakasawnā A l-`Ižā ma Laĥmāan Th umm a 'An sh a'nā hu Kh alq āan 'Ākh ara ۚ Fatabāra ka A ll āhu 'Aĥsanu A l-Kh āliq ī na
023-014. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; bِylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.
ثُمّ َ خَ لَقْ نَا ا ل نُّ طْ فَةَ عَلَقَ ة ً فَخَ لَقْ نَا ا لْعَلَقَ ةَ مُضْ غَ ة ً فَخَ لَقْ نَا ا لْمُضْ غَ ةَ عِظَ اما ً فَكَسَوْنَا ا لْعِظَ ا مَ لَحْما ً ثُمّ َ أَن شَأْنَا هُ خَ لْق ا ً آخَ رَ ۚ فَتَبَارَ كَ ا للَّ هُ أَحْسَنُ ا لْخَ الِقِ ينَ
Th umm a 'Inn akum Ba`da Dh ālika Lamayyitū na
023-015. Sonra bunun ardından siz gerçekten ِlecek olanlarsınız.
ثُمّ َ إِنَّ كُمْ بَعْدَ ذَلِكَ لَمَيِّتُونَ
Th umm a 'Inn akum Yaw ma A l-Q iyāmati Tub `ath ū na
023-016. Sonra siz gerçekten kıyamet günü diriltileceksiniz.
ثُمّ َ إِنَّ كُمْ يَوْ مَ ا لْقِ يَامَةِ تُبْ عَثُونَ
Wa Laq ad Kh alaq nā Fawq akum Sab `a Ţ arā 'iq a Wa Mā Kunn ā `Ani A l-Kh alq i Gh āfilī na
023-017. Andolsun, Biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık; Biz yaratmada gafiller değiliz.
وَلَقَ د ْ خَ لَقْ نَا فَوْقَ كُمْ سَبْ عَ طَ رَا ئِقَ وَمَا كُنَّ ا عَنِ ا لْخَ لْقِ غَ افِلِينَ
Wa 'An zalnā Mina A s-Samā 'i Mā 'an Biq adar in Fa'askann ā hu Fī A l-'Arđi ۖ Wa 'Inn ā `Alá Dh ahā bin Bihi Laq ādirū na
023-018. Biz gِkten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz.
وَأَن زَلْنَا مِنَ ا ل سَّمَا ءِ مَا ء ً بِقَ دَرٍ فَأَسْكَنّ َا هُ فِي ا لأَرْضِ ۖ وَإِنَّ ا عَلَى ذَهَا ب ٍ بِهِ لَقَ ادِرُونَ
Fa'an sh a'nā Lakum Bihi Jann ā tin Min Nakh ī lin Wa 'A`nā bin Lakum Fīhā Fawākihu Kath īra tun Wa Minhā Ta'kulū na
023-019. Bِylelikle, bununla size hurmalıklardan, üzümlüklerden bahçeler-bağlar geliştirdik, içlerinde çok sayıda yemişler vardır; sizler onlardan yemektesiniz.
فَأَن شَأْنَا لَكُمْ بِهِ جَنّ َا تٍ مِن ْ نَخِ ي لٍ وَأَعْنَا بٍ لَكُمْ فِيهَا فَوَاكِهُ كَثِيرَ ةٌ وَمِنْ هَا تَأْكُلُونَ
Wa Sh ajara tan Takh ru ju Min Ţ ū r i Saynā 'a Tan butu Bid-Duhni Wa Ş ib gh in Lil'ā kilī na
023-020. Ve (daha çok) Tur-i Sina'da çıkan bir ağaç (türü de yarattık); o yağlı ve yiyenlere bir katık olarak bitmekte (ürün vermekte)dir.
وَشَجَرَ ة ً تَخْ رُجُ مِن ْ طُ و ر ِ سَيْنَا ءَ تَنْ بُتُ بِا ل دُّهْنِ وَصِ بْ غ ٍ لِلآكِلِينَ
Wa 'Inn a Lakum Fī A l-'An`ā mi La`ib ra tan ۖ Nusq īkum Mimm ā Fī Buţ ūnihā Wa Lakum Fīhā Manāfi`u Kath īra tun Wa Minhā Ta'kulū na
023-021. Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar var. Sizler onlardan yemektesiniz.
وَإِنّ َ لَكُمْ فِي ا لأَنعَا مِ لَعِبْ رَ ة ً ۖ نُسقِ يكُمْ مِمَّ ا فِي بُطُ ونِهَا وَلَكُمْ فِيهَا مَنَافِعُ كَثِيرَ ةٌ وَمِنْ هَا تَأْكُلُونَ
Wa `Alayhā Wa `Alá A l-Fulki Tuĥmalū na
023-022. Onların üzerinde ve gemilerde taşınmaktasınız.
وَعَلَيْهَا وَعَلَى ا لْفُلْكِ تُحْمَلُونَ
Wa Laq ad 'Arsalnā Nūĥāan 'Ilá Q awmihi Faq ā la Yā Q aw mi A `budū A ll aha Mā Lakum Min 'Ilahin Gh ayru hu~ ۖ 'Afalā Tattaq ū na
023-023. Andolsun, Biz Nuh'u kendi kavmine (elçi olarak) gِnderdik. Bِylece kavmine dedi ki: "Ey Kavmim, Allah'a kulluk edin. O'nun dışında sizin başka İlahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?"
وَلَقَ د ْ أَرْسَلْنَا نُوحا ً إِلَى قَ وْمِهِ فَقَ ا لَ يَاقَ وْ مِ ا عْبُدُوا ا للَّ هَ مَا لَكُمْ مِن ْ إِلَهٍ غَ يْرُهُ~ُ أَفَلاَ ۖ تَتَّقُ ونَ
Faq ā la A l-Mala'u A l-Ladh ī na Kafarū Min Q awmihi Mā Hādh ā 'Illā Bash aru n Mith lukum Yur ī du 'An Yatafađđala `Alaykum Wa Law Sh ā 'a A ll āhu La'an zala Malā 'ikatan Mā Sami`nā Bihadh ā Fī 'Ābā 'inā A l-'Awwalī na
023-024. Bunun üzerine, kavminden inkara sapmış ِnde gelenler dediler ki: "Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah (ِne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş değiliz."
فَقَ ا لَ ا لْمَلَأُ ا لَّذِي نَ كَفَرُوا مِن ْ قَ وْمِهِ مَا هَذَا إِلاَّ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُر ِي دُ أَن ْ يَتَفَضَّ لَ عَلَيْكُمْ وَلَوْ شَا ءَ ا للَّ هُ لَأَن زَلَ مَلاَئِكَة ً مَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي آبَا ئِنَا ا لأَوَّلِينَ
'In Huwa 'Illā Ra julun Bihi Jinn atun Fatara bbaş ū Bihi Ĥattá Ĥī nin
023-025. "O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gِzetleyin."
إِن ْ هُوَ إِلاَّ رَ جُلٌ بِهِ جِنَّ ةٌ فَتَرَ بَّصُ وا بِهِ حَتَّى حِينٍ
Q ā la Ra bbi A n ş urnī Bimā Kadh dh abū ni
023-026. "Rabbim" dedi (Nuh). "Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et."
قَ ا لَ رَ بِّ ا ن صُ رْنِي بِمَا كَذَّبُونِ
Fa'awĥaynā 'Ilay hi 'Ani A ş na`i A l-Fulka Bi'a`yuninā Wa Waĥyinā Fa'idh ā Jā 'a 'Am ru nā Wa Fā ra A t-Tann ū ru ۙ Fāsluk Fīhā Min Kullin Zawjay ni A th nay ni Wa 'Ahlaka 'Illā Man Sabaq a `Alay hi A l-Q aw lu Minhum ۖ Wa Lā Tukh āţ ib nī Fī A l-Ladh ī na Ž alamū ۖ 'Inn ahum Mugh ra q ū na
023-027. Bِylelikle Biz ona: "Gِzetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim Bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her (tür hayvandan) ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine sِz geçmiş (azap gerekmiş) olanlar dışında olan aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda Bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır" diye vahyettik.
فَأَوْحَيْنَا إِلَيْ هِ أَنِ ا صْ نَعِ ا لْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَا ءَ أَمْرُنَا وَفَا رَ ا ل تَّنّ ُو رُ ۙ فَاسْلُكْ فِيهَا مِن ْ كُلٍّ زَوْجَيْ نِ ا ثْنَيْ نِ وَأَهْلَكَ إِلاَّ مَن ْ سَبَقَ عَلَيْ هِ ا لْقَ وْ لُ مِنْ هُمْ ۖ وَلاَ تُخَ اطِ بْ نِي فِي ا لَّذِي نَ ظَ لَمُو ا ۖ إِنَّ هُمْ مُغْ رَ قُ ونَ
Fa'idh ā A staway ta 'An ta Wa Man Ma`aka `Alá A l-Fulki Faq uli A l-Ĥam du Lill ā h A l-Ladh ī Najjānā Mina A l-Q aw mi A ž-Ž ālimī na
023-028. "Bِylece sen, beraberinde olanlarla gemiye bindiğinde o zaman de ki: "Bizi o zulmeden kavimden kurtaran Allah'a hamd olsun."
فَإِذَا ا سْتَوَيْ تَ أَنْ تَ وَمَن ْ مَعَكَ عَلَى ا لْفُلْكِ فَقُ لِ ا لْحَمْدُ لِلَّهِ ا لَّذِي نَجَّانَا مِنَ ا لْقَ وْ مِ ا ل ظَّ الِمِينَ
Wa Q ul Ra bbi 'An zilnī Mun zalāan Mubāra kāan Wa 'An ta Kh ay ru A l-Mun zilī na
023-029. Ve de ki: "Rabbim, beni kutlu bir konakta indir, Sen konuklayanların en hayırlısısın."
وَقُ لْ رَ بِّ أَن زِلْنِي مُنْ زَلا ً مُبَارَ كا ً وَأَنْ تَ خَ يْ رُ ا لْمُن زِلِينَ
'Inn a Fī Dh ālika La'ā yā tin Wa 'In Kunn ā Lamub talī na
023-030. Hiç şüphesiz bunda ayetler vardır ve Biz gerçekten denemeden geçiririz.
إِنّ َ فِي ذَلِكَ لَآيَا تٍ وَإِن ْ كُنَّ ا لَمُبْ تَلِينَ
Th umm a 'An sh a'nā Min Ba`dihim Q arnāan 'Ākh ar ī na
023-031. Sonra onların ardından bir başka insan-nesli yaratıp-inşa ettik.
ثُمّ َ أَن شَأْنَا مِن ْ بَعْدِهِمْ قَ رْنا ً آخَ ر ِينَ
Fa'arsalnā Fīhim Ra sūlāan Minhum 'Ani A `budū A ll aha Mā Lakum Min 'Ilahin Gh ayru hu~ ۖ 'Afalā Tattaq ū na
023-032. Onlara da kendi içlerinden: "Allah'a ibadet edin. O'nun dışında sizin başka İlahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?" (desin) diye içlerinden bir elçi gِnderdik.
فَأَرْسَلْنَا فِيهِمْ رَ سُولا ً مِنْ هُمْ أَنِ ا عْبُدُوا ا للَّ هَ مَا لَكُمْ مِن ْ إِلَهٍ غَ يْرُهُ~ُ ۖ أَفَلاَ تَتَّقُ ونَ
Wa Q ā la A l-Mala'u Min Q awmihi A l-Ladh ī na Kafarū Wa Kadh dh abū Biliq ā 'i A l-'Ākh ira ti Wa 'Atra fnāhum Fī A l-Ĥayāati A d-Dun yā Mā Hādh ā 'Illā Bash aru n Mith lukum Ya'kulu Mimm ā Ta'kulū na Minhu Wa Yash ra bu Mimm ā Tash ra bū na
023-033. Kendi kavminden, inkar edip ahirete kavuşmayı yalanlayan ve kendilerine, dünya hayatında refah verdiğimiz ِnde gelenler dedi ki: "Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir, kendisi de sizin yediklerinizden yemekte ve içtiklerinizden içmektedir."
وَقَ ا لَ ا لْمَلَأُ مِن ْ قَ وْمِهِ ا لَّذِي نَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَ ا ءِ ا لآخِ رَ ةِ وَأَتْرَ فْنَاهُمْ فِي ا لْحَيَا ةِ ا ل دُّنْ يَا مَا هَذَا إِلاَّ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّ ا تَأْكُلُو نَ مِنْ هُ وَيَشْرَ بُ مِمَّ ا تَشْرَ بُونَ
Wa La'in 'Aţ a`tum Bash arā an Mith lakum 'Inn akum 'Idh āan Lakh āsirū na
023-034. "Eğer sizin benzeriniz olan bir beşere boyun eğecek olursanız, andolsun, siz gerçekten hüsrana uğrayanlar olursunuz."
وَلَئِن ْ أَطَ عْتُمْ بَشَرا ً مِثْلَكُمْ إِنَّ كُمْ إِذا ً لَخَ اسِرُونَ
'Aya`idukum 'Ann akum 'Idh ā Mittum Wa Kun tum Turā bāan Wa `Ižāmāan 'Ann akum Mukh ra jū na
023-035. "O, ِldüğünüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman, sizin mutlaka (yeniden diriltilip) çıkarılacağınızı mı va'dediyor?"
أَيَعِدُكُمْ أَنَّ كُمْ إِذَا مِتُّمْ وَكُن تُمْ تُرَ ابا ً وَعِظَ اماً أَنَّ كُمْ مُخْ رَ جُونَ
Hayhā ta Hayhā ta Limā Tū`adū na
023-036. "Heyhat, size va'dedilen şeye heyhat..."
هَيْهَا تَ هَيْهَا تَ لِمَا تُوعَدُونَ
'In Hiya 'Illā Ĥayātunā A d-Dun yā Namū tu Wa Naĥyā Wa Mā Naĥnu Bimab `ūth ī na
023-037. "O (bütün gerçek), yalnızca bizim (yaşamakta olduğumuz bu) dünya hayatımızdan ibarettir; ِlürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz."
إِن ْ هِيَ إِلاَّ حَيَاتُنَا ا ل دُّنْ يَا نَمُو تُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْ عُوثِينَ
'In Huwa 'Illā Ra julun A ftará `Alá A ll āhi Kadh ibāan Wa Mā Naĥnu Lahu Bimu'uminī na
023-038. "O ise, yalnızca bir adam (insan)dır, Allah'a karşı yalan uydurmaktadır, bizler de ona inanacak değiliz."
إِن ْ هُوَ إِلاَّ رَ جُلٌ ا فْتَرَ ى عَلَى ا للَّ هِ كَذِبا ً وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِنِينَ
Q ā la Ra bbi A n ş urnī Bimā Kadh dh abū ni
023-039. (Peygamber) Dedi ki: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et."
قَ ا لَ رَ بِّ ا ن صُ رْنِي بِمَا كَذَّبُونِ
Q ā la `Amm ā Q alī lin Layuş biĥunn a Nādimī na
023-040. (Allah) Dedi ki: "Az bir süre (bekle), onlar gerçekten pişman olacaklar."
قَ ا لَ عَمَّ ا قَ لِي لٍ لَيُصْ بِحُنّ َ نَادِمِينَ
Fa'akh adh at/humu A ş -Ş ayĥatu Bil-Ĥaq q i Faja`alnāhum Gh uth ā 'an ۚ Fabu`dāan Lilq aw mi A ž-Ž ālimī na
023-041. Derken, hak (ettikleri cezaya karşılık) olmak üzere, o korkunç çığlık onları yakalayıverdi. Bِylece onları bir süprüntü kılıverdik. Zulmeden kavim için yıkım olsun.
فَأَخَ ذَتْهُمُ ا ل صَّ يْحَةُ بِا لْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُ ثَا ء ً ۚ فَبُعْدا ً لِلْقَ وْ مِ ا ل ظَّ الِمِينَ
Th umm a 'An sh a'nā Min Ba`dihim Q urūnāan 'Ākh ar ī na
023-042. Sonra onların ardından başka nesiller yaratıp-inşa ettik.
ثُمّ َ أَن شَأْنَا مِن ْ بَعْدِهِمْ قُ رُونا ً آخَ ر ِينَ
Mā Tasbiq u Min 'Umm atin 'Ajalahā Wa Mā Yasta'kh irū na
023-043. ـmmetlerden hiçbiri, kendisine tespit edilmiş eceli ne ِne alabilir, ne erteleyebilir.
مَا تَسْبِقُ مِن ْ أُمَّ ةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِ رُونَ
Th umm a 'Arsalnā Ru sulanā Tatrā ۖ Kulla Mā Jā 'a 'Umm atan Ra sūluhā Kadh dh abū hu ۚ Fa'atba`nā Ba`đahum Ba`đāan Wa Ja`alnāhum 'Aĥādīth a ۚ Fabu`dāan Liq aw min Lā Yu'uminū na
023-044. Sonra birbiri peşi sıra elçilerimizi gِnderdik; her ümmete kendi elçisi geldiğinde, onu yalanladılar. Bِylece Biz de onları (yıkıma uğratıp yok etmede) kimini kiminin izinde yürüttük ve onları (tarihin anlatıp aktardığı) bir olay kıldık. İman etmeyen kavim için yıkım olsun.
ثُمّ َ أَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَ ا ۖ كُلَّ مَا جَا ءَ أُمَّ ة ً رَ سُولُهَا كَذَّبُو هُ ۚ فَأَتْبَعْنَا بَعْضَ هُمْ بَعْض ا ً وَجَعَلْنَاهُمْ أَحَادِي ثَ ۚ فَبُعْدا ً لِقَ وْ مٍ لاَ يُؤْمِنُونَ
Th umm a 'Arsalnā Mūsá Wa 'Akh ā hu Hārū na Bi'āyātinā Wa Sulţ ā nin Mubī nin
023-045. Sonra Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimizle ve apaçık bir delille gِnderdik.
ثُمّ َ أَرْسَلْنَا مُوسَى وَأَخَ ا هُ هَارُو نَ بِآيَاتِنَا وَسُلْطَ ا نٍ مُبِينٍ
'Ilá Fir `aw na Wa Mala'ihi Fāstakbarū Wa Kānū Q awmāan `Ālī na
023-046. Firavun'a ve ileri gelen çevresine; fakat onlar büyüklendiler. Onlar, 'büyüklenen-zorba' bir topluluktu.
إِلَى فِر ْعَوْ نَ وَمَلَئِهِ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَ وْماً عَالِينَ
Faq ālū 'Anu'uminu Libash ara y ni Mith linā Wa Q awmuhumā Lanā `Ābidū na
023-047. Dediler ki: "Bizim benzerimiz olan iki beşere mi inanacak mışız? Kaldı ki, onların kavimleri bize kullukta (kِlelikte) bulunmaktadırlar."
فَقَ الُو ا أَنُؤْمِنُ لِبَشَرَ يْ نِ مِثْلِنَا وَقَ وْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَ
Fakadh dh abūhumā Fakānū Mina A l-Muhlakī na
023-048. Bِylece onları yalanladılar ve yıkıma uğrayanlardan oldular.
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ ا لْمُهْلَكِينَ
Wa Laq ad 'Ātaynā Mūsá A l-Kitā ba La`allahum Yahtadū na
023-049. Andolsun, Biz Musa’ya kitabı verdik, belki onlar hidayete erer diye.
وَلَقَ د ْ آتَيْنَا مُوسَى ا لْكِتَا بَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Wa Ja`alnā A b na Maryama Wa 'Umm ahu~ 'Āyatan Wa 'Āwaynāhumā 'Ilá Ra b watin Dh ā ti Q ar ā r in Wa Ma`ī nin
023-050. Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik.
وَجَعَلْنَا ا بْ نَ مَرْيَمَ وَأُمَّ هُ~ ُ آيَة ً وَآوَيْنَاهُمَا إِلَى رَ بْ وَةٍ ذَا تِ قَ رَ ا رٍ وَمَعِينٍ
Yā 'Ayyuhā A r-Ru sulu Kulū Mina A ţ -Ţ ayyibā ti Wa A `malū Ş āliĥāan ۖ 'Inn ī Bimā Ta`malū na `Alī mun
023-051. Ey elçiler, güzel ve temiz olan şeylerden yiyin ve salih amellerde bulunun; çünkü gerçekten ben yapmakta olduklarınızı biliyorum.
يَا أَيُّهَا ا ل رُّسُلُ كُلُوا مِنَ ا ل طَّ يِّبَا تِ وَا عْمَلُوا صَ الِحا ً ۖ إِنِّ ي بِمَا تَعْمَلُو نَ عَلِيمٌ
Wa 'Inn a Hadh ihi~ 'Umm atukum 'Umm atan Wāĥidatan Wa 'Anā Ra bbukum Fa A ttaq ū ni
023-052. İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim; ِyleyse Benden korkup-sakının.
وَإِنّ َ هَذِهِ أُمَّ تُكُمْ أُمَّ ة ً وَاحِدَة ً وَأَنَا رَ بُّكُمْ فَاتَّقُ ونِ
Fataq aţ ţ a`ū 'Am ra hum Baynahum Zuburā an ۖ Kullu Ĥizbin Bimā Ladayhim Far iĥū na
023-053. Ancak onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) kitaplar halinde bِldüler; her bir grup, kendi ellerinde olanla yetinip sevinmektedir.
فَتَقَ طَّ عُو ا أَمْرَ هُمْ بَيْنَهُمْ زُبُرا ً ۖ كُلُّ حِزْب ٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَر ِحُونَ
Fadh arhum Fī Gh am ra tihim Ĥattá Ĥī nin
023-054. Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak.
فَذَرْهُمْ فِي غَ مْرَ تِهِمْ حَتَّى حِينٍ
'Ayaĥsabū na 'Ann amā Numidduhum Bihi Min Mā lin Wa Banī na
023-055. Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla
أَيَحْسَبُو نَ أَنَّ مَا نُمِدُّهُمْ بِهِ مِن ْ مَا لٍ وَبَنِينَ
Nusār i`u Lahum Fī A l-Kh ayr ā ti ۚ Bal Lā Yash `urū na
023-056. Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller.
نُسَار ِعُ لَهُمْ فِي ا لْخَ يْرَ ا تِ ۚ بَل لاَ يَشْعُرُونَ
'Inn a A l-Ladh ī na Hum Min Kh ash yati Ra bbihim Mush fiq ū na
023-057. Gerçekten, Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar,
إِنّ َ ا لَّذِي نَ هُمْ مِن ْ خَ شْيَةِ رَ بِّهِمْ مُشْفِقُ ونَ
Wa A l-Ladh ī na Hum Bi'āyā ti Ra bbihim Yu'uminū na
023-058. Rablerinin ayetlerine iman edenler,
وَالَّذِي نَ هُمْ بِآيَا تِ رَ بِّهِمْ يُؤْمِنُونَ
Wa A l-Ladh ī na Hum Bira bbihim Lā Yush r ikū na
023-059. Rablerine ortak koşmayanlar,
وَالَّذِي نَ هُمْ بِرَ بِّهِمْ لاَ يُشْر ِكُونَ
Wa A l-Ladh ī na Yu'utū na Mā 'Ātaw Wa Q ulūbuhum Wa Jilatun 'Ann ahum 'Ilá Ra bbihim Rā ji`ū na
023-060. Ve gerçekten Rablerine dِnecekler diye, vermekte olduklarını kalpleri ürpererek verenler;
وَالَّذِي نَ يُؤْتُو نَ مَا آتَوا وَقُ لُوبُهُمْ وَجِلَةٌ أَنَّ هُمْ إِلَى رَ بِّهِمْ رَ اجِعُونَ
'Ūlā 'ika Yusār i`ū na Fī A l-Kh ayr ā ti Wa Hum Lahā Sābiq ū na
023-061. İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı ِne geçmektedirler.
أُ وْلَا ئِكَ يُسَار ِعُو نَ فِي ا لْخَ يْرَ ا تِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُ ونَ
Wa Lā Nukallifu Nafsāan 'Illā Wus`ahā ۖ Wa Ladaynā Kitā bun Yan ţ iq u Bil-Ĥaq q i ۚ Wa Hum Lā Yužlamūn
023-062. Hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz; elimizde hakkı sِylemekte olan bir kitap vardır ve onlar hiçbir haksızlığa uğratılmazlar.
وَلاَ نُكَلِّفُ نَفْسا ً إِلاَّ وُسْعَهَا ۖ وَلَدَيْنَا كِتَا بٌ يَن طِ قُ بِا لْحَقِّ ۚ وَهُمْ لاَ يُظْ لَمُون
Bal Q ulūbuhum Fī Gh am ra tin Min Hādh ā Wa Lahum 'A`mā lun Min Dū ni Dh ālika Hum Lahā `Āmilū na
023-063. Hayır, onların kalpleri bundan dolayı bir gaflet içindedir. ـstelik onların, bunun dışında yapmakta oldukları (birtakım şeyler) vardır; onlar bunun için çalışmaktadırlar.
بَلْ قُ لُوبُهُمْ فِي غَ مْرَ ةٍ مِن ْ هَذَا وَلَهُمْ أَعْمَا لٌ مِن ْ دُو نِ ذَلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ
Ĥattá 'Idh ā 'Akh adh nā Mutra fīhim Bil-`Adh ā bi 'Idh ā Hum Yaj 'arū na
023-064. Nihayet, onların refahtan şımaran ِnde gelenlerini azap ile yakalayıverdiğimiz zaman, onlar hemen feryadı basacaklar.
حَتَّى إِذَا أَخَ ذْنَا مُتْرَ فِيهِمْ بِا لْعَذَا بِ إِذَا هُمْ يَجْ أَرُونَ
Lā Taj 'arū A l-Yaw ma ۖ 'Inn akum Minn ā Lā Tun ş arū na
023-065. Bugün feryad etmeyin, çünkü Bizden yardım gِremezsiniz.
لاَ تَجْ أَرُوا ا لْيَوْ مَ ۖ إِنَّ كُمْ مِنَّ ا لاَ تُن صَ رُونَ
Q ad Kānat 'Āyātī Tutlá `Alaykum Fakun tum `Alá 'A`q ābikum Tan kiş ū na
023-066. Gerçekten Benim ayetlerim size okunuyordu, fakat siz topuklarınız üzerinde geri dِnüyordunuz;
قَ د ْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ فَكُن تُمْ عَلَى أَعْقَ ابِكُمْ تَن كِصُ ونَ
Mustakbir ī na Bihi Sāmir āan Tahjurū na
023-067. Buna (ayetlerime) karşı büyüklük taslayarak; gece vakti de hezeyanlar sergiliyordunuz.
مُسْتَكْبِر ِي نَ بِهِ سَامِر ا ً تَهْجُرُونَ
'Afalam Yaddabbarū A l-Q aw la 'Am Jā 'ahum Mā Lam Ya'ti 'Ābā 'ahumu A l-'Awwalī na
023-068. Onlar, yine de o sِzü (Kur'an'ı) gereği gibi düşünmediler mi, yoksa onlara, geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
أَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا ا لْقَ وْ لَ أَمْ جَا ءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ آبَا ءَهُمُ ا لأَوَّلِينَ
'Am Lam Ya`r ifū Ra sūlahum Fahum Lahu Mun kirū na
023-069. Ya da kendi elçilerini tanımadılar mı ki, şimdi onu inkar ediyorlar?
أَمْ لَمْ يَعْر ِفُوا رَ سُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُن كِرُونَ
'Am Yaq ūlū na Bihi Jinn atun ۚ Bal Jā 'ahum Bil-Ĥaq q i Wa 'Akth aru hum Lilĥaq q i Kār ihū na
023-070. Yahut: "Onda bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar.
أَمْ يَقُ ولُو نَ بِهِ جِنَّ ةٌ ۚ بَلْ جَا ءَهُمْ بِا لْحَقِّ وَأَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَار ِهُونَ
Wa Lawi A ttaba`a A l-Ĥaq q u 'Ahwā 'ahum Lafasadati A s-Samāwā tu Wa A l-'Arđu Wa Man Fīhinn a ۚ Bal 'Ataynāhum Bidh ikr ihim Fahum `An Dh ikr ihim Mu`r iđū na
023-071. Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gِkler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar.
وَلَوِ ا تَّبَعَ ا لْحَقُّ أَهْوَا ءَهُمْ لَفَسَدَتِ ا ل سَّمَاوَا تُ وَا لأَرْضُ وَمَن ْ فِيهِنّ َ ۚ بَلْ أَتَيْنَاهُمْ بِذِكْر ِهِمْ فَهُمْ عَن ْ ذِكْر ِهِمْ مُعْر ِضُ ونَ
'Am Tas'aluhum Kh arjāan Fakh ar ā ju Ra bbika Kh ay ru n ۖ Wa Huwa Kh ay ru A r-Rā ziq ī na
023-072. Yoksa sen onlardan haraç mı istiyorsun? İşte Rabbinin haracı (dünya ve ahiret armağanı) daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.
أَمْ تَسْأَلُهُمْ خَ رْجا ً فَخَ رَ ا جُ رَ بِّكَ خَ يْ رٌ ۖ وَهُوَ خَ يْ رُ ا ل رَّ ازِقِ ينَ
Wa 'Inn aka Latad `ūhum 'Ilá Ş ir āţ in Mustaq ī min
023-073. Gerçekten sen onları dosdoğru olan bir yola çağırıyorsun.
وَإِنَّ كَ لَتَد ْعُوهُمْ إِلَى صِ رَ ا ط ٍ مُسْتَقِ يمٍ
Wa 'Inn a A l-Ladh ī na Lā Yu'uminū na Bil-'Ākh ira ti `Ani A ş -Ş ir ā ţ i Lanākibū na
023-074. Ancak ahirete inanmayanlar, şüphesiz yoldan sapanlardır.
وَإِنّ َ ا لَّذِي نَ لاَ يُؤْمِنُو نَ بِا لآخِ رَ ةِ عَنِ ا ل صِّ رَ ا طِ لَنَاكِبُونَ
Wa Law Ra ĥim nāhum Wa Kash afnā Mā Bihim Min Đ urr in Lalajjū Fī Ţ ugh yānihim Ya`mahū na
023-075. Eğer onlara merhamet eder ve onlara dokunan zararı gideriverirsek, taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarını sürdürecekler.
وَلَوْ رَ حِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِن ْ ضُ رٍّ لَلَجُّوا فِي طُ غْ يَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Wa Laq ad 'Akh adh nāhum Bil-`Adh ā bi Famā A stakānū Lira bbihim Wa Mā Yatađarra `ū na
023-076. Andolsun, Biz onları azapla yakalayıverdik, fakat yine de Rablerine boyun eğmediler ve yakarıp-yalvarmadılar.
وَلَقَ د ْ أَخَ ذْنَاهُمْ بِا لْعَذَا بِ فَمَا ا سْتَكَانُوا لِرَ بِّهِمْ وَمَا يَتَضَ رَّ عُونَ
Ĥattá 'Idh ā Fataĥnā `Alayhim Bābāan Dh ā `Adh ā bin Sh adī din 'Idh ā Hum Fī hi Mub lisū na
023-077. Sonunda, üzerlerine azabı şiddetli olan bir kapı açtığımızda, onlar bunun içinde şaşkına dِnüp umutlarını kaybettiler.
حَتَّى إِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابا ً ذَا عَذَا بٍ شَدِي دٍ إِذَا هُمْ فِي هِ مُبْ لِسُونَ
Wa Huwa A l-Ladh ī 'An sh a'a Lakumu A s-Sam `a Wa A l-'Ab ş ā ra Wa A l-'Af'idata ۚ Q alīlāan Mā Tash kurū na
023-078. O, sizin için kulakları, gِzleri ve gِnülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz.
وَهُوَ ا لَّذِي أَن شَأَ لَكُمُ ا ل سَّمْعَ وَا لأَبْ صَ ا رَ وَا لأَفْئِدَةَ ۚ قَ لِيلا ً مَا تَشْكُرُونَ
Wa Huwa A l-Ladh ī Dh ara 'akum Fī A l-'Arđi Wa 'Ilay hi Tuĥsh arū na
023-079. O, sizi yeryüzünde yaratıp-türetendir ve hepiniz yalnızca O'na (dِndürülüp) toplanacaksınız.
وَهُوَ ا لَّذِي ذَرَ أَكُمْ فِي ا لأَرْضِ وَإِلَيْ هِ تُحْشَرُونَ
Wa Huwa A l-Ladh ī Yuĥyī Wa Yumī tu Wa Lahu A kh tilā fu A l-Lay li Wa A n -Nahā r i ۚ 'Afalā Ta`q ilū na
023-080. O, yaşatan ve ِldürendir; gece ile gündüzün aykırılığı (veya ardarda gelişi) da O'nun (kanunu)dur. Yine de aklınızı kullanmayacak mısınız?
وَهُوَ ا لَّذِي يُحْيِي وَيُمِي تُ وَلَهُ ا خْ تِلاَفُ ا ل لَّيْ لِ وَا ل نَّ هَا ر ِ ۚ أَفَلاَ تَعْقِ لُونَ
Bal Q ālū Mith la Mā Q ā la A l-'Awwalū na
023-081. Hayır; onlar, geçmiştekilerin sِylediklerinin benzerini sِylediler.
بَلْ قَ الُوا مِثْلَ مَا قَ ا لَ ا لأَوَّلُونَ
Q ālū 'A'idh ā Mitnā Wa Kunn ā Turā bāan Wa `Ižāmāan 'A'inn ā Lamab `ūth ū na
023-082. Dediler ki: "ضldüğümüz, bir toprak ve bir kemik olduğumuz zaman, gerçekten biz mi diriltilecek mişiz?"
قَ الُو ا أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّ ا تُرَ ابا ً وَعِظَ اماً أَئِنَّ ا لَمَبْ عُوثُونَ
Laq ad Wu`id nā Naĥnu Wa 'Ābā 'uunā Hādh ā Min Q ab lu 'In Hādh ā 'Illā 'Asāţ ī r u A l-'Awwalī na
023-083. "Andolsun, bu tehdit, bize ve bizden ِnceki atalarımıza yapılmıştı; bu, geçmişlerin uydurma masallarından başka bir şey değildir."
لَقَ د ْ وُعِد ْنَا نَحْنُ وَآبَا ؤُنَا هَذَا مِن ْ قَ بْ لُ إِن ْ هَذَا إِلاَّ أَسَاطِ ي رُ ا لأَوَّلِينَ
Q ul Limani A l-'Arđu Wa Man Fīhā 'In Kun tum Ta`lamū na
023-084. De ki: "Eğer biliyorsanız (sِyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?"
قُ لْ لِمَنِ ا لأَرْضُ وَمَن ْ فِيهَا إِن ْ كُن تُمْ تَعْلَمُونَ
Sayaq ūlū na Lill ā h ۚ Q ul 'Afalā Tadh akkarū na
023-085. "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de ِğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"
سَيَقُ ولُو نَ لِلَّهِ ۚ قُ لْ أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ
Q ul Man Ra bbu A s-Samāwā ti A s-Sab `i Wa Ra bbu A l-`Arsh i A l-`Ažī mi
023-086. De ki: "Yedi gِğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?"
قُ لْ مَن ْ رَ بُّ ا ل سَّمَاوَا تِ ا ل سَّبْ عِ وَرَ بُّ ا لْعَرْشِ ا لْعَظِ يمِ
Sayaq ūlū na Lill ā h ۚ Q ul 'Afalā Tattaq ū na
023-087. "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?"
سَيَقُ ولُو نَ لِلَّهِ ۚ قُ لْ أَفَلاَ تَتَّقُ ونَ
Q ul Man Biyadihi Malakū tu Kulli Sh ay 'in Wa Huwa Yujī r u Wa Lā Yujā ru `Alay hi 'In Kun tum Ta`lamūn
023-088. De ki: "Eğer biliyorsanız (sِyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yِnetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor."
قُ لْ مَن ْ بِيَدِهِ مَلَكُو تُ كُلِّ شَيْ ءٍ وَهُوَ يُجِي رُ وَلاَ يُجَا رُ عَلَيْ هِ إِن ْ كُن تُمْ تَعْلَمُون
Sayaq ūlū na Lill ā h ۚ Q ul Fa'ann ā Tusĥarū na
023-089. "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "ضyleyse nasıl oluyor da bِyle büyüleniyorsunuz?"
سَيَقُ ولُو نَ لِلَّهِ ۚ قُ لْ فَأَنَّ ا تُسْحَرُونَ
Bal 'Ataynāhum Bil-Ĥaq q i Wa 'Inn ahum Lakādh ibū na
023-090. Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar.
بَلْ أَتَيْنَاهُمْ بِا لْحَقِّ وَإِنَّ هُمْ لَكَاذِبُونَ
Mā A ttakh adh a A ll āhu Min Waladin Wa Mā Kā na Ma`ahu Min 'Ilahin ۚ 'Idh āan Ladh ahaba Kullu 'Ilahin Bimā Kh alaq a Wa La`alā Ba`đuhum `Alá Ba`đin ۚ Sub ĥā na A ll āhi `Amm ā Yaş ifū na
023-091. Allah, hiçbir çocuk edinmemiştir ve O'nunla birlikte hiçbir İlah yoktur; eğer olsaydı, her bir ilah elbette kendi yarattığını gِtürüverirdi ve (ilahların) bir kısmına karşı üstünlük sağlardı. Allah, onların nitelendiregeldiklerinden Yücedir.
مَا ا تَّخَ ذَ ا للَّ هُ مِن ْ وَلَدٍ وَمَا كَا نَ مَعَهُ مِن ْ إِلَهٍ ۚ إِذا ً لَذَهَبَ كُلُّ إِلَه ٍ بِمَا خَ لَقَ وَلَعَلاَ بَعْضُ هُمْ عَلَى بَعْض ٍ ۚ سُبْ حَا نَ ا للَّ هِ عَمَّ ا يَصِ فُونَ
`Ālimi A l-Gh ay bi Wa A sh -Sh ahādati Fata`ālá `Amm ā Yush r ikū na
023-092. Gaybı ve müşahede edilebileni bilendir; onların ortak koştuklarından Yücedir.
عَالِمِ ا لْغَ يْ بِ وَا ل شَّهَادَةِ فَتَعَالَى عَمَّ ا يُشْر ِكُونَ
Q ul Ra bbi 'Imm ā Tur iyann ī Mā Yū`adū na
023-093. De ki: "Rabbim, eğer onlara va'dolunan (azab)ı mutlaka bana gِstereceksen,"
قُ لْ رَ بِّ إِمَّ ا تُر ِيَنِّ ي مَا يُوعَدُونَ
Ra bbi Falā Taj `alnī Fī A l-Q aw mi A ž-Ž ālimī na
023-094. "Rabbim, bu durumda beni zulmeden kavmin içinde bırakma."
رَ بِّ فَلاَ تَجْ عَلْنِي فِي ا لْقَ وْ مِ ا ل ظَّ الِمِينَ
Wa 'Inn ā `Alá 'An Nur iyaka Mā Na`iduhum Laq ādirū na
023-095. Gerçek şu ki Biz, onları tehdit ettiğimiz şeyi şüphesiz sana gِsterme gücüne sahibiz.
وَإِنَّ ا عَلَى أَن ْ نُر ِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَ ادِرُونَ
A d fa` Bi-Atī Hiya 'Aĥsanu A s-Sayyi'ata ۚ Naĥnu 'A`lamu Bimā Yaş ifū na
023-096. Kِtülüğü en güzel olanla uzaklaştır; Biz, onların nitelendiregeldiklerini en iyi bileniz.
ا د ْفَعْ بِا لَّتِي هِيَ أَحْسَنُ ا ل سَّيِّئَةَ ۚ نَحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَصِ فُونَ
Wa Q ul Ra bbi 'A`ūdh u Bika Min Hamazā ti A sh -Sh ayāţ ī ni
023-097. Ve de ki: "Rabbim, şeytanın kışkırtmalarından Sana sığınırım."
وَقُ لْ رَ بِّ أَعُو ذُ بِكَ مِن ْ هَمَزَا تِ ا ل شَّيَاطِ ينِ
Wa 'A`ūdh u Bika Ra bbi 'An Yaĥđurū ni
023-098. "Ve onların benim yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım Rabbim."
وَأَعُو ذُ بِكَ رَ بِّ أَن ْ يَحْضُ رُونِ
Ĥattá 'Idh ā Jā 'a 'Aĥadahumu A l-Maw tu Q ā la Ra bbi A rji`ū ni
023-099. Sonunda, onlardan birine ِlüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri çevirin."
حَتَّى إِذَا جَا ءَ أَحَدَهُمُ ا لْمَوْ تُ قَ ا لَ رَ بِّ ا رْجِعُونِ
La`allī 'A`malu Ş āliĥāan Fīmā Tara ktu ۚ Kallā ۚ 'Inn ahā Kalimatun Huwa Q ā 'iluhā ۖ Wa Min Warā 'ihim Barzakh un 'Ilá Yaw mi Yub `ath ū na
023-100. "Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sِzdür, bunu da kendisi sِylemektedir. Onların ِnlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır.
لَعَلِّي أَعْمَلُ صَ الِحا ً فِيمَا تَرَ كْتُ ۚ كَلاَّ ۚ إِنَّ هَا كَلِمَةٌ هُوَ قَ ا ئِلُهَا ۖ وَمِن ْ وَرَا ئِهِمْ بَرْزَخ ٌ إِلَى يَوْ مِ يُبْ عَثُونَ
Fa'idh ā Nufikh a Fī A ş -Ş ū r i Falā 'An sā ba Baynahum Yawma'idh in Wa Lā Yatasā 'alū na
023-101. Bِylece Sur'a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya soybağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını) soruşturmazlar da.
فَإِذَا نُفِخَ فِي ا ل صُّ و ر ِ فَلاَ أَن سَا بَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلاَ يَتَسَا ءَلُونَ
Faman Th aq ulat Mawāzīnuhu Fa'ūlā 'ika Humu A l-Mufliĥū na
023-102. Artık kimin tartısı ağır basarsa, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
فَمَن ْ ثَقُ لَتْ مَوَازِينُهُ فَأُ وْلَا ئِكَ هُمُ ا لْمُفْلِحُونَ
Wa Man Kh affat Mawāzīnuhu Fa'ūlā 'ika A l-Ladh ī na Kh asirū 'An fusahum Fī Jahann ama Kh ālidū na
023-103. Kimin tartısı hafif gelirse, işte onlar da kendi nefislerini hüsrana uğratanlar, cehennemde de ebedi olarak kalacak olanlardır.
وَمَن ْ خَ فَّتْ مَوَازِينُهُ فَأُ وْلَا ئِكَ ا لَّذِي نَ خَ سِرُو ا أَن فُسَهُمْ فِي جَهَنَّ مَ خَ الِدُونَ
Talfaĥu Wujūhahumu A n -Nā ru Wa Hum Fīhā Kāliĥū na
023-104. Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler.
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ ا ل نّ َا رُ وَهُمْ فِيهَا كَالِحُونَ
'Alam Takun 'Āyātī Tutlá `Alaykum Fakun tum Bihā Tukadh dh ibū na
023-105. Ayetlerim size okunuyorken, yalanlayanlar sizler değil miydiniz?
أَلَمْ تَكُن ْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ فَكُن تُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ
Q ālū Ra bbanā Gh alabat `Alaynā Sh iq watunā Wa Kunn ā Q awmāan Đ ā llī na
023-106. Dediler ki: "Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz."
قَ الُوا رَ بَّنَا غَ لَبَتْ عَلَيْنَا شِقْ وَتُنَا وَكُنَّ ا قَ وْما ً ضَ ا لِّينَ
Ra bbanā 'Akh r ij nā Minhā Fa'in `Ud nā Fa'inn ā Ž ālimū na
023-107. "Rabbimiz, bizi (ateşin) içinden çıkar, eğer yine (inkara) dِnersek, artık gerçekten zalim kimseler oluruz."
رَ بَّنَا أَخْ ر ِجْ نَا مِنْ هَا فَإِن ْ عُد ْنَا فَإِنَّ ا ظَ الِمُونَ
Q ā la A kh sa'ū Fīhā Wa Lā Tukallimū ni
023-108. Der ki: "Onun içine sinin ve Benimle sِyleşmeyin."
قَ ا لَ ا خْ سَئُ وا فِيهَا وَلاَ تُكَلِّمُونِ
'Inn ahu Kā na Far ī q un Min `Ibādī Yaq ūlū na Ra bbanā 'Āmann ā Fāgh fir Lanā Wa A rĥam nā Wa 'An ta Kh ay ru A r-Rā ĥimī na
023-109. "اünkü gerçekten Benim kullarımdan bir grup: “Rabbimiz, iman ettik, Sen artık bizi bağışla ve bize merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın, derlerdi de,"
إِنَّ هُ كَا نَ فَر ِي ق ٌ مِن ْ عِبَادِي يَقُ ولُو نَ رَ بَّنَا آمَنَّ ا فَاغْ فِر ْ لَنَا وَا رْحَمْنَا وَأَنْ تَ خَ يْ رُ ا ل رَّ احِمِينَ
Fā ttakh adh tumūhum Sikh r īyāan Ĥattá 'An sawkum Dh ikr ī Wa Kun tum Minhum Tađĥakū na
023-110. "Siz onları alay konusu edinmiştiniz; ِyle ki, size Benim zikrimi unutturdular ve siz onlara gülüp duruyordunuz."
فَاتَّخَ ذْتُمُوهُمْ سِخْ ر ِيّاً حَتَّى أَن سَوْكُمْ ذِكْر ِي وَكُن تُمْ مِنْ هُمْ تَضْ حَكُونَ
'Inn ī Jazaytuhumu A l-Yaw ma Bimā Ş abarū 'Ann ahum Humu A l-Fā 'izū na
023-111. "Bugün Ben, gerçekten onların sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar, 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenlerdir."
إِنِّ ي جَزَيْتُهُمُ ا لْيَوْ مَ بِمَا صَ بَرُو ا أَنَّ هُمْ هُمُ ا لْفَا ئِزُونَ
Q ā la Kam Labith tum Fī A l-'Arđi `Adada Sinī na
023-112. Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"
قَ ا لَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي ا لأَرْضِ عَدَدَ سِنِينَ
Q ālū Labith nā Yawmāan 'Aw Ba`đa Yaw min Fās'ali A l-`Ā ddī na
023-113. Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor."
قَ الُوا لَبِثْنَا يَوْماً أَوْ بَعْضَ يَوْ مٍ فَاسْأَلِ ا لْعَا دِّينَ
Q ā la 'In Labith tum 'Illā Q alīlāan ۖ Law 'Ann akum Kun tum Ta`lamū na
023-114. Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz,"
قَ ا لَ إِن ْ لَبِثْتُمْ إِلاَّ قَ لِيلا ً ۖ لَوْ أَنَّ كُمْ كُن تُمْ تَعْلَمُونَ
'Afaĥasib tum 'Ann amā Kh alaq nākum `Abath āan Wa 'Ann akum 'Ilaynā Lā Turja`ū na
023-115. "Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize dِndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?"
أَفَحَسِبْ تُمْ أَنَّ مَا خَ لَقْ نَاكُمْ عَبَثا ً وَأَنَّ كُمْ إِلَيْنَا لاَ تُرْجَعُونَ
Fata`ālá A ll āhu A l-Maliku A l-Ĥaq q u ۖ Lā 'Ilā ha 'Illā Huwa Ra bbu A l-`Arsh i A l-Kar ī mi
023-116. Hak melik olan Allah pek Yücedir, O'ndan başka İlah yoktur; Kerim olan Arş'ın Rabbidir.
فَتَعَالَى ا للَّ هُ ا لْمَلِكُ ا لْحَقُّ ۖ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ رَ بُّ ا لْعَرْشِ ا لْكَر ِيمِ
Wa Man Yad `u Ma`a A ll āhi 'Ilahāan 'Ākh ara Lā Burhā na Lahu Bihi Fa'inn amā Ĥisābuhu `In da Ra bbihi~ ۚ 'Inn ahu Lā Yufliĥu A l-Kāfirū na
023-117. Kim Allah ile beraber ona ilişkin geçerli kesin bir kanıt (burhan)ı olmaksızın başka bir İlah'a taparsa, artık onun hesabı Rabbinin Katındadır. Şüphesiz inkar edenler kurtuluşa eremezler.
وَمَن ْ يَد ْعُ مَعَ ا للَّ هِ إِلَها ً آخَ رَ لاَ بُرْهَا نَ لَهُ بِهِ فَإِنَّ مَا حِسَابُهُ عِنْ دَ رَ بِّهِ ۚ إِنَّ هُ لاَ يُفْلِحُ ا لْكَافِرُونَ
Wa Q ul Ra bbi A gh fir Wa A rĥam Wa 'An ta Kh ay ru A r-Rā ĥimī na
023-118. Ve de ki: "Rabbim, bağışla ve merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın."
وَقُ لْ رَ بِّ ا غْ فِر ْ وَا رْحَمْ وَأَنْ تَ خَ يْ رُ ا ل رَّ احِمِينَ
Toggle thick letters. Most people make the mistake of thickening thin letters in the words that have other (highlighted) thick letter Toggle to highlight thick letters خصضغطقظ رَ